AŞK
Sensiz karanlığın
hüznü çöker üstüme, kimsesizliği barınır bedenimde. Yalnızlık kokar sokak
lambaları, sahipsizdir dökülen yapraklar. Ağaçlar çaresizce bakınır gidenlerin
arkasından. Ve dallar, kırıktır her zaman. Rüzgarın savruluşuna mahkum olur
benlikler. Ağlamaklı bir hal alır gökyüzü ve bulutlar. Yeryüzünde düğümlenir
tüm kelimeler, harfler. Tek kelam dökülmez karanlığı dağıtmak adına. Kuytularda
inlemeler duyulur, sahipsiz kalmış gönüller. Geceyi bekler umutsuzca. Ağlamak,
içini dökmek adına. Ve gecenin tek sahibidir onlar. Aşıklar, aşka gönül
verenler diğer bir tabirle ölenler. Ölümü göze alanlar. Aşk ne çok tarif edildi
kim bilir. Ne çok bahsi geçti söyleşilerde, kitaplar, diziler, filmler, tiyatro
sahnelerinde. Bir tariftir yapmaya çalıştığımız ya. Aşk hiç tarif edilebilir mi
diye sormayız kendimize?
Hadi… hangimiz yaşadığımız anı yazabilir
mutluluğa dair ise. Hangimiz aşkı kaleme almaya cesaret eder yaşarken. İlla
geçmiş olmalı yaşanılan. Derin yaralar bırakmalı gidenler yüreğimizde. Kanamalı
bir hastalığın pençesine düşmeli insan. İşte o zaman dökülür ne varsa
yüreğimizde…kelimeler, harfler kuytu olur sevenlere, gizlenmek isteriz
çaresizce. Gizlemek isteriz söylerken, dile getirirken bile, gizlenmek isteriz
o harflerin kıvrımlarına….yaşanmalı ve geçmeli yaşanmış olan…ancak o zaman
cesaret edebiliriz yazmaya. Korkarız kimi zaman büyüsü bozulur diye o güzel
anların. Kimse görsün duysun istemeyiz, gizlice yaşarız güzel olan ne varsa.
Bekleriz ya hani o anı. Bir gidişi, bir terk edişi ve edilişi…ifşa olsun
isteriz sonrasında. Belki de yüreğimizdeki hasreti, özlemi dindirebilmek adına.
Belki de yaşanılan ne varsa unutmak adına…ifşa ederiz tüm o güzel duyguları bir
kâğıda bir kaleme…
Ve bir de aşksızlar varızdır hayatta. O kadar çok
isterler ki yaşamayı. O kadar çok arzu ederler ki aşkı. Tarifi için binlerce
kelimeye raks ettirirler adeta. Beyaz bir kağıt üzerinde dans ettirirler aşka
dair ne varsa yüreklerinde. Siyah bir mürekkeple dökerler. Yaşayabilselerdi,
yazamazlardı nitekim.
Yaşayanlar
yazdı mı?
Mecnunun bir
eseri mi var okumadığım. Aslının aşkını anlattığı bir şiiri, Zin’in neden ölümü
tercih ettiğine dair yazdığı bir dörtlüğü? Hadi… biri söylesin bana okumadığım
ve yaşayanın anlattığı bir aşkın hikayesini. Onlar dahi dışarıdan görenler,
duyanlar tarafından yazılmadı mı? Aşk yaşanabilir ancak. Ben aşkı yazdım,
yazarım diyenler. Farkında olmasalar bile sadece kendilerini kandırırlar. Küçük
kurgulardan ibaret sanırlar aşkı. Suni duyguların kelimelere dökülmüş hali
zannederler ya. İşte ona yanarım bende.
Aşk ölmektir nitekim. Aşk yaşamaktır sonuçta.
Ne ölümü yazabilir nede yaşadığı anı, insan.
Ölmek gibi sevmeli, yaşamak gibi belki de.
Yaşamayı sevdiğimiz kadar, ölümden korktuğumuz kadar çok olmalı içimizde ki
sevmek. İşte o zaman aşkı iliklerimizde hissederiz. Ruhumuz titrer geceleri,
bedenler arzuyla yanar, kimi zaman kıvranır sabahlara kadar onsuzluktan. Kimi
zaman bir ince hastalık gibidir aşk. Ölmelisin o zaman tadını anlayabilmen
için. Ayrılmalısın belki de adına aşk diyebilmek için. Özlemelisin dudak
dudağa. Koyun koyuna.
Aşk bir tapınma halidir, sevdiğine. Aşık
olduğun an senin tanrın sevdiğindir. Tüm dini tabular paramparça olur
sonrasında. Ve tüm inanışlar saygı duyar aşkına. Bir bedene, aşk dolu bir
yüreğe tapmak kadar güzel bir şey var mı sonu olmayan ve yıkılmaya mahkum olan
bu dünyada?
Seni övmeli
mi yermeli mi bilmem ama seni yaşamalı aşk. Ölmek gibi belki de yaşamak gibi
hissetmeli, seni yaşamalı sadece seni…
(Bahr)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder