Translate

15 Mart 2014 Cumartesi

Aşk...



AŞK

Sensiz  karanlığın hüznü çöker üstüme, kimsesizliği barınır bedenimde. Yalnızlık kokar sokak lambaları, sahipsizdir dökülen yapraklar. Ağaçlar çaresizce bakınır gidenlerin arkasından. Ve dallar, kırıktır her zaman. Rüzgarın savruluşuna mahkum olur benlikler. Ağlamaklı bir hal alır gökyüzü ve bulutlar. Yeryüzünde düğümlenir tüm kelimeler, harfler. Tek kelam dökülmez karanlığı dağıtmak adına. Kuytularda inlemeler duyulur, sahipsiz kalmış gönüller. Geceyi bekler umutsuzca. Ağlamak, içini dökmek adına. Ve gecenin tek sahibidir onlar. Aşıklar, aşka gönül verenler diğer bir tabirle ölenler. Ölümü göze alanlar. Aşk ne çok tarif edildi kim bilir. Ne çok bahsi geçti söyleşilerde, kitaplar, diziler, filmler, tiyatro sahnelerinde. Bir tariftir yapmaya çalıştığımız ya. Aşk hiç tarif edilebilir mi diye sormayız kendimize?
 Hadi… hangimiz yaşadığımız anı yazabilir mutluluğa dair ise. Hangimiz aşkı kaleme almaya cesaret eder yaşarken. İlla geçmiş olmalı yaşanılan. Derin yaralar bırakmalı gidenler yüreğimizde. Kanamalı bir hastalığın pençesine düşmeli insan. İşte o zaman dökülür ne varsa yüreğimizde…kelimeler, harfler kuytu olur sevenlere, gizlenmek isteriz çaresizce. Gizlemek isteriz söylerken, dile getirirken bile, gizlenmek isteriz o harflerin kıvrımlarına….yaşanmalı ve geçmeli yaşanmış olan…ancak o zaman cesaret edebiliriz yazmaya. Korkarız kimi zaman büyüsü bozulur diye o güzel anların. Kimse görsün duysun istemeyiz, gizlice yaşarız güzel olan ne varsa. Bekleriz ya hani o anı. Bir gidişi, bir terk edişi ve edilişi…ifşa olsun isteriz sonrasında. Belki de yüreğimizdeki hasreti, özlemi dindirebilmek adına. Belki de yaşanılan ne varsa unutmak adına…ifşa ederiz tüm o güzel duyguları bir kâğıda bir kaleme…
Ve bir de  aşksızlar varızdır hayatta. O kadar çok isterler ki yaşamayı. O kadar çok arzu ederler ki aşkı. Tarifi için binlerce kelimeye raks ettirirler adeta. Beyaz bir kağıt üzerinde dans ettirirler aşka dair ne varsa yüreklerinde. Siyah bir mürekkeple dökerler. Yaşayabilselerdi, yazamazlardı nitekim.
Yaşayanlar yazdı mı?
Mecnunun bir eseri mi var okumadığım. Aslının aşkını anlattığı bir şiiri, Zin’in neden ölümü tercih ettiğine dair yazdığı bir dörtlüğü? Hadi… biri söylesin bana okumadığım ve yaşayanın anlattığı bir aşkın hikayesini. Onlar dahi dışarıdan görenler, duyanlar tarafından yazılmadı mı? Aşk yaşanabilir ancak. Ben aşkı yazdım, yazarım diyenler. Farkında olmasalar bile sadece kendilerini kandırırlar. Küçük kurgulardan ibaret sanırlar aşkı. Suni duyguların kelimelere dökülmüş hali zannederler ya. İşte ona yanarım bende.
 Aşk ölmektir nitekim. Aşk yaşamaktır sonuçta. Ne ölümü yazabilir nede yaşadığı anı, insan.
 Ölmek gibi sevmeli, yaşamak gibi belki de. Yaşamayı sevdiğimiz kadar, ölümden korktuğumuz kadar çok olmalı içimizde ki sevmek. İşte o zaman aşkı iliklerimizde hissederiz. Ruhumuz titrer geceleri, bedenler arzuyla yanar, kimi zaman kıvranır sabahlara kadar onsuzluktan. Kimi zaman bir ince hastalık gibidir aşk. Ölmelisin o zaman tadını anlayabilmen için. Ayrılmalısın belki de adına aşk diyebilmek için. Özlemelisin dudak dudağa. Koyun koyuna.
 Aşk bir tapınma halidir, sevdiğine. Aşık olduğun an senin tanrın sevdiğindir. Tüm dini tabular paramparça olur sonrasında. Ve tüm inanışlar saygı duyar aşkına. Bir bedene, aşk dolu bir yüreğe tapmak kadar güzel bir şey var mı sonu olmayan ve yıkılmaya mahkum olan bu dünyada?

Seni övmeli mi yermeli mi bilmem ama seni yaşamalı aşk. Ölmek gibi belki de yaşamak gibi hissetmeli, seni yaşamalı sadece seni…
                                                                            (Bahr)