Translate

15 Kasım 2014 Cumartesi

Bir Bilsen...



Bir Bilsen

Kara bir edebiyat gönlümüzün revan olduğu…ayrılıklara, hüzne dair ne varsa dilimizin ucunda küfre döner. Yüreğimiz yaralı, yaralı bir kuş misali. Göklere hasret bir çırpınış toz, toprak arasında. Biz aykırı düşüncelerin, menfaatsiz fikirlerin çocuklarıyız. Sevmek sevilmek hep ağır geldi bize…herkes gibi sevmesini dahi beceremedik şu dünyada. Sevdiklerimize canımızı vermekten alamadık kendimizi. Verdiğimiz her canı katletmekten çekinmediler onlarda. Defalarca ruhumuz çekildi bedenimizden, defalarca gecenin karanlığına hapsettik benliğimizi…şimdilerde güneşin aydınlığından korkar olduk. Bir çiğ tanesi misali güneşin doğuşu kıyametimizdir bizim…
Hadi inandır beni güzel günlere, çocukça hayallerin masumane gerçekliğine…hadi aşk, sevgi, şefkat de bana. Bu güzel duygular yaşanabilir de. Bir bilsen ne kadar çok inanmak istiyorum bu güzel varlıklara. Ölü bedenlerimi toplayıp sana gelmek, sende dirilmek. Bir bilsen ne kadar çok istiyorum…
                                                           
                                                                                                                   BAHR

15 Mart 2014 Cumartesi

Aşk...



AŞK

Sensiz  karanlığın hüznü çöker üstüme, kimsesizliği barınır bedenimde. Yalnızlık kokar sokak lambaları, sahipsizdir dökülen yapraklar. Ağaçlar çaresizce bakınır gidenlerin arkasından. Ve dallar, kırıktır her zaman. Rüzgarın savruluşuna mahkum olur benlikler. Ağlamaklı bir hal alır gökyüzü ve bulutlar. Yeryüzünde düğümlenir tüm kelimeler, harfler. Tek kelam dökülmez karanlığı dağıtmak adına. Kuytularda inlemeler duyulur, sahipsiz kalmış gönüller. Geceyi bekler umutsuzca. Ağlamak, içini dökmek adına. Ve gecenin tek sahibidir onlar. Aşıklar, aşka gönül verenler diğer bir tabirle ölenler. Ölümü göze alanlar. Aşk ne çok tarif edildi kim bilir. Ne çok bahsi geçti söyleşilerde, kitaplar, diziler, filmler, tiyatro sahnelerinde. Bir tariftir yapmaya çalıştığımız ya. Aşk hiç tarif edilebilir mi diye sormayız kendimize?
 Hadi… hangimiz yaşadığımız anı yazabilir mutluluğa dair ise. Hangimiz aşkı kaleme almaya cesaret eder yaşarken. İlla geçmiş olmalı yaşanılan. Derin yaralar bırakmalı gidenler yüreğimizde. Kanamalı bir hastalığın pençesine düşmeli insan. İşte o zaman dökülür ne varsa yüreğimizde…kelimeler, harfler kuytu olur sevenlere, gizlenmek isteriz çaresizce. Gizlemek isteriz söylerken, dile getirirken bile, gizlenmek isteriz o harflerin kıvrımlarına….yaşanmalı ve geçmeli yaşanmış olan…ancak o zaman cesaret edebiliriz yazmaya. Korkarız kimi zaman büyüsü bozulur diye o güzel anların. Kimse görsün duysun istemeyiz, gizlice yaşarız güzel olan ne varsa. Bekleriz ya hani o anı. Bir gidişi, bir terk edişi ve edilişi…ifşa olsun isteriz sonrasında. Belki de yüreğimizdeki hasreti, özlemi dindirebilmek adına. Belki de yaşanılan ne varsa unutmak adına…ifşa ederiz tüm o güzel duyguları bir kâğıda bir kaleme…
Ve bir de  aşksızlar varızdır hayatta. O kadar çok isterler ki yaşamayı. O kadar çok arzu ederler ki aşkı. Tarifi için binlerce kelimeye raks ettirirler adeta. Beyaz bir kağıt üzerinde dans ettirirler aşka dair ne varsa yüreklerinde. Siyah bir mürekkeple dökerler. Yaşayabilselerdi, yazamazlardı nitekim.
Yaşayanlar yazdı mı?
Mecnunun bir eseri mi var okumadığım. Aslının aşkını anlattığı bir şiiri, Zin’in neden ölümü tercih ettiğine dair yazdığı bir dörtlüğü? Hadi… biri söylesin bana okumadığım ve yaşayanın anlattığı bir aşkın hikayesini. Onlar dahi dışarıdan görenler, duyanlar tarafından yazılmadı mı? Aşk yaşanabilir ancak. Ben aşkı yazdım, yazarım diyenler. Farkında olmasalar bile sadece kendilerini kandırırlar. Küçük kurgulardan ibaret sanırlar aşkı. Suni duyguların kelimelere dökülmüş hali zannederler ya. İşte ona yanarım bende.
 Aşk ölmektir nitekim. Aşk yaşamaktır sonuçta. Ne ölümü yazabilir nede yaşadığı anı, insan.
 Ölmek gibi sevmeli, yaşamak gibi belki de. Yaşamayı sevdiğimiz kadar, ölümden korktuğumuz kadar çok olmalı içimizde ki sevmek. İşte o zaman aşkı iliklerimizde hissederiz. Ruhumuz titrer geceleri, bedenler arzuyla yanar, kimi zaman kıvranır sabahlara kadar onsuzluktan. Kimi zaman bir ince hastalık gibidir aşk. Ölmelisin o zaman tadını anlayabilmen için. Ayrılmalısın belki de adına aşk diyebilmek için. Özlemelisin dudak dudağa. Koyun koyuna.
 Aşk bir tapınma halidir, sevdiğine. Aşık olduğun an senin tanrın sevdiğindir. Tüm dini tabular paramparça olur sonrasında. Ve tüm inanışlar saygı duyar aşkına. Bir bedene, aşk dolu bir yüreğe tapmak kadar güzel bir şey var mı sonu olmayan ve yıkılmaya mahkum olan bu dünyada?

Seni övmeli mi yermeli mi bilmem ama seni yaşamalı aşk. Ölmek gibi belki de yaşamak gibi hissetmeli, seni yaşamalı sadece seni…
                                                                            (Bahr)

6 Ocak 2014 Pazartesi

Ah Bayım Aşk


Ah Bayım Aşk…     


 Ah bayım, aşk… diyor bir roman karakteri anımsatan üslubuyla gönlü darmadağın olmuş  güzel bir bayan…aşk ne çok şey alıyor bizden. Aşk hiç bitmek bilmez mi bayım? Yaşadığımız son ana kadar, son saniyeye kadar kalır mı bu acı yüreğimizde…???
        Bir şeyler fısıldamak istedim kulağına, yüreğinde yanan ateşi dindirmek adına. Sonradan kendi içimde hala sızlayan bir yarayı fark ettim amansızca. Nasılda acıyordu. Nasılda yanıyordu. Bir alev topunu yutmuş gibiydim tıpkı. Ruhum, bedenimde alev alev yanıyor ama  bir çare olsun bulmak imkansız gibiydi. Bir imkanım yoktu çok denemiş, çok uğraşmıştım. Aşkı unutmaya. Halbuki aşk unutulur muydu hiç. Aşk bitermiydi?
       Aşk bir defa düşerdi insan yüreğine  ve tek kullanımlık bir ömürdü adeta. Bir kere kullanabilir ama bir ömür çekerdin acısını. Bu hakkını kullanacağın mecra sana aitti…bir fahişeye de aşık olabilirdin bir münzeviye de, bir bedeviye de….sendin bunun klavuzu, yön göstereni. Çünkü aşk sendin.
Aşk…ne çok tarif edilmişti kim bilir…herkes yaşadığıyla aşıktır. Ve yaşadığı onun için aşktır…
Aşk biziz aslında. Ben, sen, o hepimiz. Aşk bizim yüreğimizde gizlidir. Ne zaman istersek, ne zaman güvenir ve sahiplenirsek o zaman dışa vurur başka birinde vücut bulur. Aşk ruhunun yüreğimizden süzülüp bir başka bedende can bulmasını biz sağlarız. Biz isteriz….çoğu kez bu istek öyle bir ağır basar ki değmeyecek kadar çirkef bir bedende canlanmasını dahi kabul eder, göz yumarız….ve bir fahişeye aşık oluruz….bir katili severiz…çirkef ve kirli olduğunu bildiğimiz halde aşk’a olan arzumuzu dindiremez, karşı koymak istemez, ruhumuzun gönül evinden süzülüşüne sesimizi çıkarmaz, usulca bir kenara ilişip her hareketini gördüğümüz halde görmezden geliriz. Ta ki o aşk vücut bulsun, o duygu yoğunluğu ruhumuzu huzura kavuştursun diye. Her şeyden haberdar, her şeyi bildiğimiz halde bu kötülüğü kendimize yapmaktan hiç çekinmeyiz. Aşk, ruhumuzun yaratılışımızın bir gereğidir çünkü. Yaratılışımız gereği aşka arzu duyarız. Tıpkı bedenin suya olan ihtiyacı gibidir şüphesiz. Susuz kaldığımızda ölmemek adına sıvı olan her şeyi içebiliriz. O susuzluğu dindirmek için. İşte bu halde, tıpkı susuzluktan ölmektense pis bir birikintiyi içmek gibidir. Sonradan acı ve kederle kusarız.   
Bu en son, acı bir ayrılık, çirkin bir aldatmayla son bulur kim bilir…belki de daha kötüleri… aşık olunacaksa eğer. Hak etmeli, hakedilmeyene bağışlandığında ruhunuz. Haksızlığın acısını daima çekersiniz…o yüzden sadece vücut bulacak bir bir bedeni değil. Bu bedende ruhunuzu hak edecek ona sahip çıkacak bir ruhuda aramak gerekir…
                                                                                          (Bahr)